Mimari ve de mekan kavramları oldukça geniş açılımları olan konular… Yaşamın her karesine tesir eden mimariyi; sosyo-kültürel başlıklardan, popüler kültüre değin çok çeşitli alt başlıklarda konuşabiliriz. Ancak her bireyin mimariyle dair en büyük teması konut ve kent ile başlıyor…

Mimari ile Duyusal İletişimimiz …

Öncelikle mimariye bir bütün olarak bakmak gerekir. Şehirler, yapılar, yarı açık-kapalı mekanlar mimari bütünün parçalarıdır ve günlük hayat akışında farketmesekte hep merkezimizdedir… Mimariyi yaşamdan bağımsız algılamak neredeyse imkansızdır. Yaşadığımız konutlar, kısa sureli de olsa gün içinde girip çıktığımız özel ya da kamusal mekanlar, bir caddede yürürken gördüğümüz cepheler ile duyular yoluyla iletişim kurarız... Bu iletişimin hepimizde oluşturduğu çeşitli hisler vardır. Ve aslında farketmesekte mekanları çoğu zaman bu hisler yoluyla da hatırlarız …

Levin (1993), görmede çok güçlü bir kavrama yeteneği olduğundan bahseder. Aslında görsel iletişim kurduğumuz tüm mekanlar, temsiller, bu tür bir kavrayışla algı seviyemizi de etkiler. Gördüğümüz tüm yapıları görsel hafızamıza kaydederiz. Bulunduğumuz tüm mekanları duyumsama yoluyla algılarız.

(Pallasma, 2011). Yani insan, çevresiyle iletişim halinde olduğu mekanlardan zamanla birşeyler katar kendine, hatta ona bürünür diyebiliriz… O halde tüm bunlar mimarinin, sadece görsel temsillerden ibaret olmadığını ve bize birçok psikolojik etki sunduğunu da anlatır…

Her ne kadar farketmesekte hayatımızın bu kadar odağında olan mimariyi daha iyi tanımak için ona adım adım yaklaşalım. Öncelikle hepimizin en sık iletişim kurduğu iki mimari kavramdan söze başlayabiliriz. Büyük evimiz “kent” ve küçük evimiz “konut”… İkisiyle de hayatımızın her günü yoğun bir ilişki içerisindeyiz. Kısaca soyut bir bakışla; kentler toplulukların, konutlar ise kişilerin yaşam hikayelerini anlatır… İkiside kişiye aidiyet sunar; bizi saran, kuşatan birbirinden farklı derecedeki güvenli alanlarımızdır.

İlk olarak, çoğumuzun en çok vakit geçirdiği, en yakın iletişim kurduğumuz mimari mekan olan konuta, daha doğrusu konutun içindeki yaşam alanlarımıza dair konuşmak herkes için daha kapsayıcı ve ilgi çekici bir konu olur diye düşündüm …

Mimara sorulan en popüler sorudur … !

Aslında hepimizin kreatif anlamda, mekansal olarak en rahat dokunabileceğimiz alan evlerimizdir. Hatta bence herkes kendi evini tasarlarken küçük bir mimarlık deneyimi yaşar. Bu aslında bir tür kişiselleştirme serüvenidir, mekanı kendimize ait kılarız ve bizi besleyecek çeşitli fikirler ararız… Bu sebeple de mimarların en sık karşılaştığı sorular genelde ‘ev’ e dair olanlardır …

Tasarım kavramı ontolojik olarak konusuyla ve kullanıcısıyla bütün bir kavram. Özellikle kamusal ve ticari mekanlar söz konusu olunca; her konu, her mekan, her marka, her ölçek ve her alana göre tasarım değişkenleri farklılaşır, her proje başka kodlarla şekillenir. Her konunun kendine özgü önemleri de ayrıdır. Mesela; bir restaurant tasarımında farklı, mağazada farklı, otel de ya da konutta farklı tavır ve seçimler izlenir.

‘Konut’ bu havuzun içerisindekilerin en kişisel olanı... Çünkü tek bir kişiye ya da tek bir aileye özgü olarak kişiselleşir… Çoğunlukla konuttan daha fazla zaman geçirdiğimiz bir mekan da yoktur, ikincil olarak ofislerimizi söyleyebiliriz. Bu arada bir mekanın kullanım süresi de, o mekanın malzeme ve renk tercihlerini etkiliyor tabi... Dediğim gibi tüm seçimlerin, psikolojik bir arka planı da vardır. Tabi teknik konulara girmek istemiyorum ancak tasarım deyince şunu da unutmamalı! Aslında her mekanın planlaması tasarımın en önemli başlangıcıdır. Yani akışı iyi kurgulamadan diğer görsel temaları belirlemek aslında anlamsız. Tüm dekoratif öğelerin daha iyi sunulabilmesi için, öncelikle mekanın matematiğini çözmek gerekiyor. Özellikle kamuya açık ve ticari mekanlarda bu fonksiyon hikayesi daha da kritik bir mevzu, çok fazla parametresi var ...

Bu bağlamda düşünürsek; müstakil konutlarda değil ama kent merkezlerindeki konut kullanıcıları, genelde işlevsel hikayesine müdahale edemedikleri mekanlarda yaşamakta olsalar da görsel hikayeyi bir aşamaya kadar kendilerinin belirlemeleri de mümkün… Mobilyalar, renkler, dokular, aydınlatmalar da yaşadığımız mekanı bize ait kılar ve kişiselleştirir.

Küçük ‘Ev’imiz …

Herkesin bir ‘ev’ tanımı ve bir evden beklentisi farklıdır. O sebeple ben de kendi kişisel tercihlerim üzerinden ve tabi ufak profesyonel önerilerle örnekleyeceğim.

Öncelikle hepimizin kendimize bir ev tanımı yapması gerekir. ‘Ev’ benim için bir dinlenme ve huzur bulma alanı demek… O yüzden tercihlerim genellikle kullanıcının algısını uyarmayacak ve kullanıcıyı sakin tutacak bir temada şekilleniyor…

Yüzeyler, zemin, tavan, mobilyada mümkün olduğunca monokrom geçişleri seviyorum. Yalın, sade ama detaylarla biraz hareketlenmiş bir ortam tercihim. Bu yalın fona eşlik eden renkli objeleri veya evin sadece bir bölümüne hakim olan renk vurgusunu seviyorum …

Tüm bunlarla benim için bir evde hedeflediğim tema aslında ‘dinginlik’ oluyor. Özellikle evde zaman geçirmeyi sevenler ya da uzun süre harcayanlar için bu aurayı sağlamak daha da önemli diyebiliriz.

Bu monokromatik arka planın şöyle bir avantajı da var; istediğiniz zaman farklı objelerle renklendirebilir hatta mekanda bu sayede değişkenlikler sağlayabilirsiniz. Bu kimi zaman hepimşzşn ihtiyaç duyduğu o değişim hissini de karşılayabiliyor. Hatta ufak dekorasyon değişimleriyle yaz ya da kış moduna da uyumlu hale geliyor…

Son dönemde oldukça popüler olan ve benim de çok beğendiğim ‘Nordic’ evlerin teması da hemen hemen benzer bir kurgu üzerine… Hatta ‘hygge’ kavramıyla niteliyorlar; rahat, samimi, huzurlu, basit… Bu tarz, özellikle de küçük konutlar için çok ideal, minimal, sakin bir ortamlar sağlıyor.

Mekanın ikincil en önemlisi vurgusu ise her zaman aydınlatmadır. Aydınlatma her mekanın potansiyelini ortaya koyan bir makyaj gibidir... Örneğin sadece aydınlatması kötü olduğu için gitmeyi sevmediğim mekanlar olabiliyor. Yoğun ışık, baskın renkler, çok fazla doku ve yüzey çeşitliliği bizi daha canlı tutan uyarıcılar… Hatta kimi zaman rahatsızlık veriyor.... Oysa uzun zaman geçirdiğimiz evlerimizde bence olabildiğince dinlenebileceğimiz ortamlar yaratılmalı diye düşünüyorum.

Bununla birlikte özellikle büyük konutlarda, farklı ışık kaynaklarını birarada kullanmak iyi sonuçlar veriyor. Bu sayede kullanım seçenekleri sunabiliyorsunuz. Çalışma alanları hariç, genelinde endirekt aydınlatmaları tercih ediyorum. Bunları hedeflenen mekansal auraya göre organize etmek gerekiyor ...

Tabi genelde küçük konutlar odaklı bahsettik, ufakta olsa müstakil konutlardaki yaşam alanlarına değinelim... Aslında benim ‘ev’ den beklentim ölçek büyüse de pek değişmiyor. Yine mümkün olduğunca yalın ve sakin bir aura tercihim.

Tabi müstakil konutlarda alan büyüdükçe renk ve malzeme seçiminiz de bazı değişkenlikler olabiliyor. Konutta hacim arttıkça biraz daha koyu renklerin kullanımını seviyorum. Normal şartlarda bir mağazada ya da restaurantta hacim küçük olsa da koyu tonlamaları çok severi, kullanıcısını da olumsuz etkilemez çünkü bu mekanlarda uzun süre geçirmeyiz. Ancak mekan konut olunca oldukça süre uzadığından buradaki alan-renk dengesine hassas yaklaşmak gerekiyor bence… Yine bu bir kabul olsa da; renk algısı kişilere göre değişebiliyor. Başta dediğim gibi konut tamamen kişiye özel bir mekan.

Bununla birlikte, özellikle lüks segmentteki konutlar için; mermer, cam, brüt beton, doğal taş yüzeyler, deri, hasır, ahşap, ayna ve metal detayların kullanımıyla buna eşlik eden bitkisel öğeler konutlara çok yakışıyor. Fakat benim tercihim bu malzemeleri de en yalın kompozisyonla kullanmaktan yana... Burada da yine tasarımın matematiği devreye girmekte aslında… Yani neyi, nerde ve ne kadar kullandığınız hedeflediğiniz ortamın aurasını belirliyor.

Bu dingin ve huzurlu ortamları sağlamaya dair söyleyebileceğim başka bir öneri ise özellikle mobilya yüzeylerinin sadeliği üzerine... Bir duvar yüzeyine bakıldığında, mevcut dolapların kapakları ne kadar manipüle edilirse yani yalın kullanılırsa; hem daha modern, hem daha dingin bir mekan elde edilmiş oluyor. Ayrıca bir tasarım da, özellikle yüzeylerde bütünlük estetiği de bence çok önemli... Tabi bu yazıda genellikle kısaca konuttaki yaşam alanlarımıza yönelik konuşabildik. Ancak konutun diğer bölümlerinde de aynı felsefeye uygun seçimler yapılabilir. Bu tasarım bakış açısı konutun her alanı için geçerli …

Son olarak sözü çok uzatmadan söyleyebileceğim başka bir önemli nokta ise sanat ürünleri… Yaşam alanlarımızda sanat ürünlerine daha çok yer vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Herkesin kendi beğenisine hitap eden, onun için anlam oluşturan ya da ona huzur veren resimler, fotoğraflar, heykeller, ikonik tasarımlar ya da el sanatları vardır mutlaka... Bu konudaki farkındalığımızı daha çok artırabiliriz. Sanatı yaşam alanlarımıza daha çok entegre etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Benim konut algımda adeta bu ürünleri yansıtan bir beyaz küp misali … Ayrıca konuttaki tüm donatıları onlarla çok iyi harmanlayabilirsiniz. Bir evde kitaplık ve bana ilham veren sanat ürünleri olmazsa olmaz… Özellikle küçük çocukları olan ebeveynlerin, çocukların algılarının gelişmesi için de evlerinde daha çok sanat ürünü bulundurmasını önemsiyorum. Evin genel aurasını yalın, sakin ve arka planda bırakmışken, bir yerlerde sanata yer vermek yapılabilecek en güzel öneri olsa gerek …