HEM TIRTIL HEM KELEBEK OLABİLİR MİYİZ?

Bir hikaye ile başlayalım : Küçük kızıyla sokakta yürüyen bir baba var. Sana meyve alayım mı? Der babası. Evet der kız. Manavdan 2 elma alır. Kız elmasını ısırır. Babası bana da bir elma verir misin der? O zaman kız diğer elmayı da ısırır ve babasına şunu der: « İkisinin de tadına baktım ki sana en iyisini vereyim. »

Kim bu şekilde davranır? Saf iyiliğin bir örneği.

Yaşam sadece bir bakış açısı aslında. Köylü şehirliye bakar ve “ben şehirde yaşayamam!” der ve şehirli de “köyde yaşayamam” der. Şimdi size iyi bir haber vereyim: dünya çok güzel görünür. Ama size kötü bir haber vereyim; dünyanız kararır. Aslında dünya hep aynı. Sadece nasıl baktığımızla alakalı. Simya bize güzelliğin her şeyde olduğunu gösterir. Güzellik bir yerde değil. Her yerde ama bunu bilerek yola çıkmak gerekiyor.

Güzellik kendini ifşa eder. « Devoiler » fiili var Fransızca: « üzerindeki perdeyi kaldırmak » demek. İçinizdeki ruh haliniz o güzelliği belirler.

Yaşadığımız dünya bize güzelliği kanıksattı buna « désapprendre » derler. Yani herkesin gördüğünü görmemiz gerekiyor. Herkesin dinlediğini… Anladığını.

Mesela insanlar diyorlar ki: çocuklarımın büyüdüğünü görmedim… baksaydın.

Bu bize güzelliği görmenin ilk aşamasını gösteriyor: comtemplation. Temple/mabetin açılması demek. Mabet burada beden ve duyular. Açın onları demek. Tadın, koklayın, dokunun… Bırakın herşey size gelsin. İnspiration derler rahipler bu duruma. Tanrılar üfler ve insanlar « nefes alırlar » diye eklerler. İçeri girsin. İnfusion denir buna. Sizinle füzyon içinde olan. Ama buraya gelebilmek için « défusion »-dan geçmek gerekiyor. Yapmayı bırakmak. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki hep bir şeyler yapmamız gerekiyor. Burası contemplation.

Ne zaman aynada Zat’ınıza baktınız? Sivilcenize değil. Dünyanın harmonisine, ahengine… Muazzam bir güzellik göreceksiniz.

Mutluluğun anahtarı sebepsiz mutlu olmaktır. Sebepsiz. Şuna buna ihtiyacınız varsa mutlu olamazsınız. Sebepsiz mutlulukta her an mutlu olursunuz.

Dünya bize zevk/hazı mutluluk diye satıyor. Bizim dediklerimizi yaparsanız mutlu olursunuz. Haz bireyseldir. Mutluluk BİRLİKtelikte. Tek başına yemek yemek haz olabilir ama dostlarla yemek yemek mutluluktur.

Şunu anlamak gerekiyor: haz dünyası ancak diğerlerinin veya birilerinin mutsuzluğu üzerine kurulu. Ancak hepimiz mutlu isek mutlu oluruz. Bu bizi değiştirecek yaklaşımdır.

Rekabet üzerine kurulu bir dünyadan işbirliği üzerine kurulu bir dünyaya geçmemiz gerekiyor.

Şu an bir dönüm noktasındayız: Darwin’in felsefesinden çıkıp (hayatta kalan tür rekabet eden tür) çünkü bu bir yalandır, kapitalizmi destekleme felsefesidir. Şu an biliyoruz ki başaran tür işbirliği içinde olan türdür. (Collaboration)

Dünya üzerindeki kaynaklar sınırlı. Aramızdan bazıları bu kaynaklara bir mustuk taktılar ve böylece kendilerine daha çok akıttılar ve çoğuna da çok az akıttılar. Bugün bu kaynakları paylaşma zamanı. Bu bir komünizm fikri değil. Paylaşımdan bahsediyorum.

Herkes ne zaman daha adil daha paylaşım üzerine kurulu bir dünyaya geçeceğimizi soruyor ama rekabet üzerine kurulu bir dünyada bu mümkün değil. İşbirlikçi bir toplumda, doğa ile işbirliği yaparız. Doğadan alırken ona vermemiz gerekiyor.

Şu an ekolojik fikirler beni delirtiyor. Ne diyorlar? İnsan doğa için bir tehdit, doğayı insandan korumak lazımmış. Hayır sadece işbirliğine ihtiyaç var. Mutluluk burada. Kaybettiğimiz cennet burada.

Fıtratımız aslında işbirlikçi ama yaşadığımız dünya rebatçiliği empoze ediyor. Anne babalar bile çocuklarına “savaşman lazım bir yerlere gelmek istiyorsan” diyorlar. Okullar sınıflara ayrılmış her çocuğa not veriliyor ama işbirlikçilik öğretiliyor mu? Hayır.

Siyasetçiler hiçbir şekilde işbirlikçi olmamızı istemiyorlar: olduğumuz vakit bazı kanunların geçmesine engel olabiliriz veya aşırı uçlarda olan insanların başa gelmelerini.

Rekabeti doruk noktasına getirirseniz, insanlar bir araya gelmeyi düşünemezler çünkü hep rekabet var akıllarında.

Yaşanacak dünya işbirlikçi bir dünyadır. Mutluluk burada. Mutsuz olduğumuz bir dünyayı neden kabul edelim ki? Yarın daha iyi olacak ümidiyle yaşıyoruz. “Hayırlısıyla” diyoruz. Veya “emekliliğim gelsin paçayı kurtarayım” diyoruz. Emeklilik demek ölüm demek.

Bana göre birlikte bir şeyler inşa edersek, hepimizin hayrına olur.

Rekabette önce ülkeler vardı, sonra insanlar arasında oldu şimdi cinsiyetler arası çıktı. Nereye kadar? Rekabette biri kazanıyorsa biri kaybediyor. Bana göre herkesin kazanacağı bir sistem olmalı.

İnsanlar her şeye bir cevap arıyorlar ama bu cevap çoğu zaman bir beklentiye cevaptır. Bir beklentiye cevap ile doğru cevap aynı değildir. Orta çağlarda beklentinin dışında cevap vermek çoğu zaman cadı ilan edilip yakılmaktı. Şu an da öyle, medya sizi yakıyor. Sistem dışında bir şeyler ilan ederseniz, sosyal medya tarafından afaroz edilirsiniz.

Mesela simyada sürekli işbirliği var: doğa ile, elementlerle… madde ile diyalog halinde olmaktır. Fikirleriniz olabilir ama madde bu fikirlere cevap vermeli. Simyanın amacı hikmettir. Bu hikmet evrenseldir.

“Ölüp de dirilenler” bunu bilirler. Evrensel bilgiye bağlanmanın ne olduğu konusunda.

Mesela nasıl oluyor da ilkel topluluklar çölde su bulmayı biliyorlar? Hangi bitkinin neye şifa verdiğini nasıl biliyorlar? Onlar evrenle işbirliği içindeler. Evren bütün bilgileri onlara sunuyor.

Bizler o kaynağa bağlı değiliz; bizim kaynak insani/akli kaynak. O ilkel insana soruyoruz; hangi metodla o suyu buluyor? Onu öğrenmeye kalkışıyoruz.

İkinci metod: “gel bizimle biraz vakit geçir ve nasıl evrene bağlanacağını öğretelim.” Bu bir inisyasyon.

Bilgi ile hikmet arasındaki fark burada.

Sınırlı bir dünya anlayışından sonsuz bir kaynağa ulaşmayı öğrenebiliriz. Sonsuz kaynak mutluluk değil mi?

Musluğun başında olanlar, “bizim dediğimizi yapmaz iseniz, kaynağı keseriz” diyorlar. Nasıl bağlanırız? İnsan bir anten gibidir; doğru kaynağa bağlanması gerekiyor. Mesela kutsal geometri var: bazı yerler var dünyada sezgilerimiz daha açık oluyor veya gece, yatmadan önce bir soruyla yatıyorsunuz ve kalktığınızda cevap size gelmiş oluyor. Herkes bunu normal buluyor. Ama hiç normal değil ki! Daha önce ulaşamadığınız kaynaklara ulaştınız demektir.

Şöyle de olabilir; daha önce bağlanmış olan diğerlerini bağlayabilir. Ödeme noktaları koyulmadığı sürece, otoyollar gibi. Sadece benim sayemde bağlanabilirsiniz demek gibi.

Başka örnek: internet insanın yarattığı bir ağ ama beşeri bir ağ, evreni kapsayan enerjetik bir ağ var. Bilgi ağı, ona bağlanmamız gerekiyor. İnternetin yaratımı bile bizdeki o evrensel ağın izdüşümüdür. Ama o ağın alt ürünüdür. Çin malı yani:)

Bu ağın bir örneğini söyleyeyim: mantarlar. Mantar toprak altından geçen Miselium denilen bir bilgi ağının bir meyvesidir. Bir mantarda bütün mantarların bilgisi mevcuttur. Aynı zamanda ağaçlar da bu Miselium sayesinde iletişim kuruyorlar. Belki bu Miselium bütün evrenle bağ içinde. Ona bağlanmak bütün evrene bağlanmaktır.

Şimdi Şamanların kullandıkları mantarları düşünün veya ağaç köklerini. Tesadüf değil. Bu maddeler sayesinde evrene bağlanabiliyoruz. İnsanların büyük bir kısmı bu maddeleri bu dünyadan ayrılmak için kullanıyorlar halbuki bizim atalarımız evrene bağlanmak için yapıyorlardı.

İnsanlar hep “eski bayramlar daha iyiydi” derler. Hep eskiye bir özlem var. Sakın. Bir kelebeği düşünün. Kelebek aslında tırtılın gelişmiş halidir. Tırtıl ölmeyi kabul ettiği için kelebek ortaya çıkabiliyor. Bizim dünyamız ölecek/yıkılacak ki kelebek olabilelim. Hem tırtıl hem kelebek olamayız.